23 Ağustos 2019 Cuma

0

Şu Kadın Cinayetleri Meselesine Artık Kökten Çözüm Getirmesek mi ?

Emine Bulut.
Emine'den önce kim vardı hatırlıyor muyuz?
Emine'den sonra Emineyi hatırlamayacağımız gibi.. Hayır.
İlk önce Emine restoranın içinde can havliyle gezelerken aklımıza yardım etmekten evvel
görüntü çekmek geliyorsa bundan vazgeçeceğiz. İlk yardım bileceğiz, iş yeri açmanın, bir yerde çalışabilmenin ön koşulu olacak ilk yardım.
Kadın kanlar içinde ayakta durmaya çalışırken, kendi tabiriyle ölmek istemezken video çekmeyeceksiniz, siz haberci değilsiniz ruh hastaları. Haberciler bile böyle durumlarda mesleğinden önce insanlığını gözeterek hareket eder. Bu insanlar sizin şovunuzun aracı değil.
Daha sonra kadınlar bilinçlenecek. Kadın bilinçlenmedikçe onu ne devlet, ne ailesi, ne çevresi koruyamaz. Bu katiller güya devlet korumasındaki kadınları da öldürüyor, malum. Emine buluşmak için kalabalık bir yeri, gündüz vakti seçti mesela, önleyemedi malesef. Kadınlar bilinçlenmedikçe bu cinayetlerin önüne geçilemez. Bu iğrenç zihniyeti eğitmedikçe, olmaz.. Eğer acilen eğitilmezsek ve eğitemezsek daha ileriyi göremeyeceğiz. Profil karartmaktan, olay yerinde çekim yapmaktan, durup üzülmekten başka bir şeyler yapabilelim ki bir sonra ki cinayet olmasın. Biz bilinçlenelim ki yerle bir edelim şunların cehaletini, yeni baştan yazalım ahlak anlayışını, devirelim bunca acıya sessiz kalan iktidarları. Emine'nin yardım çığlıkları, ismini okuyup geçmekten daha çok canınızı yaktı belki evet kızının yalvarışları kulağımızdan uzun süre silinmeyecek hatta ama bilmeliyiz ki öldürülen kadınların hiçbiri ölüme koşarak gitmedi. Duyar kasmayı bırakıp, harekete geçeceğiz. Kendinden, çevrenden başla. Anla ya, anlaman yeter, gör, görmen yeter. En yakınındaki kadını o zorbaya karşı savun. Böyle böyle başlayalım, Dışarıda bir kadın dayak yerken gören tüm kadınlar ve hatta erkekler o caninin üzerine yürüyelim. Şu hashtag'lere son verelim. Kadına şiddete dikkat çekmeyelim artık,kalkan olalım. Bu katlanılamaz vicdan, namus, ahlak, beka anlayışına artık eylemsel yön vermeliyiz. Kadını değersiz kılan, erkekten daha aşağı ve güçsüz gösteren her halinizden nefret ediyorum. Bu lütfen son olsun..

12 Haziran 2019 Çarşamba

0

DÜRÜSTLÜĞÜN NEZAKETSİZLİĞİ



  Dürüstlük nedir; 
gerçekçi ve inandırıcı olmaktır. 
Öyle biliriz ama öyle değil.
Ama'lar ile Ve'lerin farkını hepimiz biliriz. 
Artık Dürüstlük ; 
Fazla gerçekçi ama asla..


    Dürüstlükten dem vuracağız ama tabii ki derdimiz bu degil bu yazida.. Derdimiz dürüstlüğün yapıcı değil, yıkıcı tarafı.. Doğruları uzerimize vazifeymis gibi bir balta olarak kullanmamız. Doğruları "kullanmamız". 
Yalanlar asla bize ait değilken, doğruları da zaten uzun vadede pek sahiplenemiyoruz. Üstün körü doğrularımızı yakın çevremize dayatıyoruz, bir cürretle sosyal çevremize bile.. Simdilerde doğrunun niteliğini değiştiren birçok etken böylece dayatmalarla oluşuveriyor. İster kaynak olsun, ister dinleyici gerçeği (mesajı) doğrudan yahut dolaylı olarak değiştiriyor.
 
   Bazılarımız da tek bir doğru bilgiye ulaşmak için onlarca veriye yönleniyor, yüzlercesiyle karşılaşıyoruz. Her biri şüphesiz birilerinin gerçeğini yansıtıyor.. Bilgi kirliliği de zamanın negatif getirilerinden.

Çok fazla gerçek bilgi var, doğru olanı seçmek zorlaşıyor.

  Sanki tüm duygu ve düşünceler, haricimizdeki bir kavanoza girip yerleşiyor
oradan iletişim kurmak durumundayız. Belki bunu seçiyoruz.
Kendi benliğimizden çıkıp bir kalıba girmek ve oradan başkalarıyla konuşmak..
(Dürüstlük kalıbı, Tasasızlık kalıbı, Temkinlilik kalıbı, Titizlik kalıbı, Elestirel kalıp)

  Zihnimizde bir sürü odacık yaratmadan, kalıplara, kılıflara, maskelere ihtiyaç duymadan, asıl duygu ve düşüncelerimiz ne ise doğruyu ve yanlışı özümüzde hissederek kabullenmenin ve yansıtmanın farkındalığı bana göre tamamen dürüstlüğü seçmeyi anlatıyor. Böylelikle içinden geçen, üzerinde defalarca düşünerek söze döktüğün tüm doğruların da senin özündeki dürüstlük demek oluveriyor.
Bugün de dünyanın son günü degilse bu öz kolay kolay değişmez.

''Dürüst olmak gerekirse''

-Dürüst olmak gerekirse bu adam yanına hiç yakışmamış.
-Dürüst olmak gerekirse eski sevgilin daha çekiciydi.
-Dürüst olmak gerekirse o seni parmağında oynatır.
-Dürüst olmak gerekirse o kadın sağlam pabuç değil.
-Dürüst olmak gerekirse sen bu işin üstesinden gelmen zor.
-Dürüst olmak gerekirse ilişkide öncelikli beklentim cinsel uyum.
-Dürüst olmak gerekirse bu ilaçlar seni kötü yapıyor,
-Dürüst olmak gerekirse bu diyetler işe yaramıyor.

Bir bu durum var bir de dürüstlüğün nezaketsizliği..
  
   Artık dürüstlüğünüzle bile insanları mutsuz etmeye çabalıyorsunuz. 
Dürüstlüğünüz insanlara bir güven, keyif vermek yerine telaş yaratıyor, paranoya yüklüyor. 
Güya dürüstlüğünüzle bir de karşınızdakilere şart koşuyorsunuz.
''Sana kendimi yalansız anlatıyorum, yaranamıyorum,. En azından dürüstüm. Ne yani yalan mı söyleyeyim? Doğruyu söylemek gerekirse.. Ben en başından beri söylüyorum,.Hoşuna gitmeyecek ama doğru bu.''   Bunları artık duymak istemiyoruz.

''İletişimin her türlüsünü öğrendik, kendisi hariç.''   sözü ne kadar doğru !


   Sözde dürüstlüğünüzü ve amacınızı anlıyorum fakat başımızın üstünde yeri yok.
Sadece dürüst olmanız da artık yetmez. Size nezaketi unutturan, çabalamayı unutturan, kalp kırmamayı unutturan, konuşmadan düşünmeyi ve empatiyi unutturan, durup dinlemeyi unutturan, değer göstermeyi unutturan, can yakmaya çekinmeyi unutturan, anlı şanlı dürüstlüğünüz yerin dibine batsın.
   İnsanın duygularına ve fikrine değer vermeyen, karşınızdakini yok sayan, aşağılayan, sokar diline sahip olayan insanlığınız yerin dibine batsın.
   Dürüstlüğünüz kötü anıları canlandırıyorsa, yarayı kanatıyorsa, anksiyeteyi artırıyor, ataklara zorluyorsa, burnu sızlatıyorsa, kendi doğrunuzu unutturuyorsa, istenilmeyen yollara sırf toplumsal doğru diye yönlendiriliyorsa, ciddi konularda yönlendiriciyse, mesafeyi aşıyorsa, şartları zorluyorsa, insanı kullanıyorsa ve harcıyorsa yerin dibine batsın..

   Dürüstlük bu değil.
Bazı sözler, bir nevi zaman aşımına uğradı.
''Dost Acı Söyler'' sözü bu döneme ait değil.
Yazıya başladıktan sonra denk geldiğim bir sözü paylaşayım yeri gelmişken;

Konuşmadan önce sözlerini üç kapıdan geçir:
Doğru mu?
Gerekli mi ?
Nazik mi ?

    Siz katlanır kılamadığınız durumlara, hayatlarınıza, vesveselerinize ve travmalarınıza yalanlardan uzak durarak ve dahi aşırı dürüst davranarak bir koruma mekanizması yaratmış olabilirsiniz ama her insan başka biri ve her insan başka bir iletişim modelinden anlıyor. En yakınlarınızın sizi olduğunuz gibi kabul etmemesini çok iyi anlıyorum ama herkese size davranildigi gibi davranamazsınız. Üzülmüş olmanız kimseyi üzmenize neden değil. Dobralığınız, sivri diliniz kimseyi sokmanıza gerek değil.
   Henüz belki geç değilken önce iyiliği, nezaketi ve gerçeği aciliyetle bulmanız umuduyla..


30 Ocak 2019 Çarşamba

1

Damızlık Kızın Öyküsü / The Handmaid's Tale


    KİTAP
   Selamlar, hemen konuya dalacağım, aşırı sabırsızım. Kitabı instagramda severek takip ettiğim birinden gördüm, her kadının okuması gereken bir kitap, yorumunu görünce hemen ertesi gün kendimi Dost'a attım.Ayrıca erkeklerin neden okuması gerek değil onu da anlamadım.(HerkesİçinFeminizm) Herkes okumalı. 

   İlk kez Margaret Atwood okuyorum,distopya okumada da çok tecrübeli sayılmam.Kendisi distopik olarak tanımlamıyor gerçi, spekülatif kurgu diyor. Margaret Hanım etkilendiği yazarlar arasında Ursula K.LeGuin olduğunu her defasında bildirmekteymiş, benim fikrini, kalemini, görüşlerini sevmeme buyrun bir kocaman neden daha. Kitaba başladığım da içerisine girmeye azıcık zorlansam da konunun  gerçekleşebilir olma ihtimali, inandırıcılığı,merak uyandırması, sistem eleştirisi, farkındalık yaratması elbette kitaba sarılmama neden oldu. 
   Amerikan yönetimine darbe yapıp, kendilerine Yakup'un Oğulları diyen, din bazlı yönetimle Gilead ülkesini kuran bir geri devrimi aşağılamadan, eleştirmeden o kadar etken        anlatıyor ki, hissetmemek imkansız. Kitabın June'un(Offred)in ağzından yazılmış olması hoşuma gitti, kitplarda ben dilini daha çok seviyorum zaten. Karakterlerin derinlikli anlatımı da sevindirdi. Ben kitabı okurken dizi çekilmeye başlanmıştı ve bayağı sevinmiştim Dün itibariyle de dizinin iki sezonunu bitince, ikisini birden yazmak istedim. 


                                                                         

  DİZİ

  Normal şartlar altında benim bir kitabı okuyup filmi beğenmem olmuş şey değildir. Artık olmuş şey. Kitaplarım hep daha kıymetlidir ve filmler kitabın yanında fragman gibi kalır fakat yine de izlerim. Bunu şundan söylüyorum, ilk kez bir dizi, kitabının önüne geçmiştir. Kitap fragman oldu, dizi hakkında ipucu verdi. Aslında bu kadar net yorum yeter ama ne demek istediğimi anlatayım.
''Biz iki bacaklı rahimleriz, hepsi bu..'' Kitabın arka kapağında bunu okuduğumda yutkunmuştum. Kitap boyunca da o tutsaklığı, itaatkarlığı, baş kaldırılan boyunların nasıl kırıldığını, bir hayatın bir günde nasıl tepetaklak olacağını, meşru tecavüzü, dini zorbalığı, erkek egemenliğini okusanız da izlerken durum başkalaşıyor. Bazı zaman duvarda asılan bir sapkın oluyorsun, bazen bir Martha, bazen aşkı için ölmeyi göze alan biri, bazen kocasını paylaşmak zorunda kalan bir kadın, bazen de bir Damızlık. Diziyi izlerken elimi ağzıma kapatıp gözlerim dolu dolu izlediğimi biliyorum. Kendimi June gibi hissetmediğim bir saniye bile olmamıştır. Hikaye zaten müthiş ötesi, kurgu da öyle.. Dialoglar, renkler ve ışığın kullanımı ve anlatımı, çekimler ve görselliğiyle ilgili daha onlarca telaffuz edemediğim terim beni zaten sinematografiye yönlendirdi. Bir de müziklerin kullanıldığı bölümlerin ortamın kasveti ve gerilimini de aynı oranda değiştirdiği gerçeği var. İlk sezon yeni kurulan düzeni, ana kolları, karakterleri tanımaya yönelikti. İkinci sezondaysa düzeni sarsacak kurgular mevcut ve koloniler daha detaylı işlenmiş.
  Gelelim birbirinden kıymetli oyunculuklarımıza, ilk sezondaki müthiş oyunculuk performansıyla Emmy ödülüne layık görülen June(offred)'a.. ilk sezonda karşılaştığımız, kararsız ve itaatkar Offred'ın yerini , ikinci sezon şükür ki öfkeli ve intikam peşinde bir kadın alıyor. Aradaki karakter gelişimi zaten yoruma bile açık değil. İki sezon boyunca kendimi Offred'in yanında değil, Offred gibi hissettim. Bir ödül olarak Offred'in kızı Hannah ile buluşturulması sahnesinde bayağı tuvalet kağıdını bitirecektim. (Benim izlediğim şeye ağlamam pek olası değildirken) 
Serena, Emily, Aunt Lydia,Moira hepsi hepsi çok iyidi. Erkek karakterlere özel yorumum yok, Emily'nin kaldığı son ev dışında, işte o adam, adaaam. Geçmişini bilmiyorum çokta erken konuşmayım..Ataerkil bir toplumda kadınların ötekileştirilmesi, haklarının hiçe sayılması, görünürlülüğünün ortadan kaldırılması ve yalnızca doğurganlık üzerinden bir değer biçilmesi çok da yabancı olduğumuz bir konu değil maalesef. Dizi izlerken ki ve sonra ki hislerimin bu kadar can sıkıcı olmasının sebebi tam da bu.Aslında komutanlar da dahil olmak üzere Gilead'dan kimse memnun değil, Komutan Fred'in June (Offred)a gösterdiği ilgi, imtiyaz bile buna cevap niteliğinde..

Yüzyüze saatlerce konuşabilirim. Çok beğendiğim sahneleri geri alıp alıp izledim. Elinizde hangi dizi varsa bırakın ve hemen The Handmaid's Tale izleyin. Kaçıran pişman olur. 


 ESEN KALIN, İSTEYENLER İÇİN CÜZZİ MİKTARDA SPOİLER BIRAKABİLİRİM. YORUM YETERLİ!