6 Mart 2017 Pazartesi

0

İSTANBUL KIRMIZISI

 
Ferzan Özpetek filmlerini her zaman severek takip ederim ama İstanbul Kırmızısı bir başka oldu.
                         Birincisi uzun zamandır böyle güzel Türk filmi seyretmedim.
            Ve ikincisi izlediğim en iyi yazmak konulu filmler arasında iddaalıca yerini aldı.
   
   Film öncelikli hedefi bizi, Deniz karakterinin nereye gitti, öldü mü, ha çıktı ha çıkacak diye soru işaretlerine ve meraklara boğması. Neredeyse bir saat bu gizemin peşinden koşup duruyoruz çünkü kitabı basılacak ünlü yazar nedensizce ortadan kayboluyor. Bende eğer filme gittiğim arkadaşım gibi filmin sonunda da ''nerde lan bu Deniz'' diye hala Denizi aramaya takılsaydım bu kadar zevk almazdım sanırım.

   Türkiye'nin politik katmanları, toplumsal çeşitliliği filmin her karesinde gözümüze sokulmaya çalışıldı. Burada kendimce, Türk Yönetmen'in filmi değil de , İtalyan yönetmen'in Türkiye'deki filmi manşetlerini oluşturdum. Fazla eleştiremedim.. Cumartesi annelerinden tutunda, evsiz kalarak İstanbul'a sığınan kürt bir aileyle, otogarda askere uğurlanan Türk bayraklı bir gencin aynı yerde olduğu sahneye dek ağır şekilde göze batırmıştı.. Sanki biraz sonradan serpiştirilmiş gibi duruyordu fakat bana batmadı hatta ben bize farkettire farkettire senaryoda olmasından hoşlandım bile.

   Tuba Büyüküstün'ün oynayamamasına da değinip güzel izlenimlere geçeceğim.
Sevgili Nevalciğimiz resmen oynamıyor, okuyordu.Oyuncu aceleye gelmişte, elimizde bu varmış gibiydi. Rol veya karakter değil bu direk başarısızlık benim tanımlamamda. Orhan ile Neval'in tanıştığı gece vasattı Tuba. Dip .. Orhan karakteriyle masa da flörtöz bakışmaları haricinde oyunculuğa dair hiç bir şey yakalayamadım. Tipik dizi oyuncusu dedim Ezdim durdum,. 

   Gelelim filmi sevmeyen genel kitlenin bana göre neden sevmediklerine.
Yukarıda da dediğim gibi filmi Deniz, Neval ve Yusuf arasındaki dialoglardan yürütmeye kalkışanlar bu sevemeyen, anlayamayan arkadaşlar. Evet elimizde kitabını bitirmeye niyetli Yazar Deniz ve arkadaşları var, tabiki senaryo bizi buraya çekiyor. Yusuf karakterinin amacı, neden orada olduğu, ne diye bir anda soğuk bedeninin yıkandığı (uyuşturucudan öldüğünü tahmin etsem de) benim içinde kaostu ama çok takılmamaya çalıştım. Hatta bir ara cenaze sahnesinde  ''Deniz aslında Orhan mı ? Şizofren mi lan bu?'' diye işkillenmedim değil :)
Bu üç karakterin ilişkilerini anlamamız için hiç açık kapı bırakılmamıştı ve ben tüm eleştirilerin buna olduğunu görüyorum. Eh haksız da sayılmazlar. Ferzan, oyuncu kadrosunu arşa değdirerek çok sevdiğimiz oyuncuları seçtiği için biz bütün karakterlerin de hikayelerinin olmasını aradık. Beklentiyle gittik filme yani. Bu da seyirci hatası.

    Gelelim kitabına bağlı kalmadan sadece filmi 8/10 puanıyla değerlendirme sebeplerime.
Evet bende beklentiyle gittim. Benim beklentim Halit Ergenç'in oyunculuğu ve Ferzan bu kez ne yapacak beklentisiydi ki bu doğru beklentiymiş :D  Film bittiğinde tüm o kaosun, cevapsız hikayelerin aslında Orhan karakterinin yeniden yazması için, yeniden sevmesi için hatta belki de bir kitabın karakterinin olduğunu keşfetmesi için olduğunu görünce anladım ki ben  tezgahı sağlam yere kurmuşum :) Filmi götüren kim ne derse desin Halit Ergenç'in dipdiri oyunculuğu, senaryoya kendini adaması olmuştu. Yine gönlümde taht üstüne taht kurdu.
Ya o Serra Yılmaz'ın tatlı sert, yerinde oyunculuğu. Zerrin Tekindor'un karizması.
Ne kadınlar ama !

    Evet senaryo birazcık karışık, diyaloglar ise bu karmaşıklığı daha da zorlaştırıcı.
Ben filmin o düğümü açabileceğim tarafından tuttuğuma inandığım için çok sevdim. Kusursuz değildi ama ilk kez bir yönetmenin gerçekten ne demek istediğiyle ilgilendim ve kendimi filmin içinde hissettim. O martıların görüntüsünün, İstanbul'un hatrına severdim zaten filmi.

  Film bitince zaten delirircesine zevk almışım, bir sürprizi de jenerik müziğini çok sevdiğim canım kadın ''Gaye Su Akyol'/ Kırmızı Rüyalar'' seslendirdiğinden  gitmeden ezber etmişim bağıra çağıra salonda söylüyorum falan. Birkaç kişi bana dönüp kim söylüyor bunu deyince ben ta en arkadan en öne ''GayeSuAkyol'' diye bağırdım, bir kitle var, kendi köşelerinde dans etmeye başlamış '' geride ne han kalır ne ham mam''diye diye..

 ''Ankara'nın Griliği-İstanbul'un Kırmızısı'' dedim.

 Emeği geçenlerin emeğine sağlık. Gidin gidin, izleyin. 
 Ferzan Özpetek'ten hep daha fazlasını, daha fazlasını isteyeceğiz.


https://www.youtube.com/watch?v=BJqMaGd0vlM / Music

https://www.youtube.com/watch?v=uQhsbHpHY8A / Trailer

0 yorum :

Yorum Gönder