26 Mayıs 2015 Salı

16

Sesindeki Tipiye Tutulduğum Çocuk

   
İnstagram:Serkan AKYOL'a aittir.
Gözümü açmamla, geç kalmışlık endişesiyle yataktan fırlamam arasında tek bir saniye anca geçmiştir. Odada saat yoktu. Telefona baktım, uyanmak için kurduğum vakte bile bir buçuk saat vardı. Ne çok beklemiştim bugünü. Usulca yatağa tekrar uzandım, uyumak niyetinde değildim. Dakikalarca elimdeki çizgileri, damarları inceledim. Yüzük parmağım kopup gitmek istercesine seyiriyordu. Sesli güldüm. Doğruldum. Ayaklarımı sıcak tahta zemine bastım. Yorgundular, en çok onlar yorgun ama sessizdirler, hiç şikayet etmediler  Bağımsızlığını ilan etmek isteyen dört santim parmak bile olamadan ayaklardır hep boyun eğen. Yalnız olmama rağmen tahta zemin ses çıkarmasın diyedir sanırım, parmak uçlarımda yürüdüm. Hızla duşumu aldım. Bu güne özel etekleri tül tül uçuşan nar çiçeği bir elbise almıştım, giydim. Makyaja koyuldum. Çoğu işe ters başladığım gibi en önce ateş kırmızısı mat rujumu da  üç kez bastıra bastıra dudaklarımda gezdirdim. Mesela t
atlıyı yemekten önce yerim,  sırası varmış gibi gösterilen hiçbir şeyi de sevmedim. İlginçtir, her zaman göz çevrelerim eskiyene dek bastırarak sildiğim eyeliner'ımı bu kez tek seferde A.Winehouse tarzında çekebildim ama saçıma asla şekil verememekteki marifetsizliğim yine beni bozguna uğratmadı.. Bronz sandaletlerimi kutusundan çıkarıp etiketi dişimle ileri geri yaparak koparttım.Hazırdım.

   Hava kızıl-mavi, güneş batmamakta inatçı bir kız çocuğu sanki.  Buluşmaya yarım saat kala elimde şarapla camdan seyre dalıp kendimi Kaş'ın beni benliğimden dahi alıkoyan muhteşemliğine bıraktım. Radyoda akşamı bir nebze daha serinleten sesiyle Yaşar '' Kendini martılarla bir tutma, senin kanatların yok '' diye diye içime işliyor. Geldi . Şarkıyla birlikte duruşu, motordan inişi, her şey klip havasında oldu birden. Sözleştiğimiz saatten erken gelmişti ve n'olursa olsun birbirimizi telefonla aramamaya sözleşmiştik. ''Telefon yok Chun Li, yedi buçukta pansiyonun girişindeki begonvillerin altında ol'' dedi. Bana böyle seslenirdi. Odamı bilmediğinden şaşkın şaşkın tüm pencerelerde göz gezdiriyordu. Perdenin arkasında aslında daha önce milyon kez tekrarını yaptığım müthiş bir operayı izliyor ve ilk kez sahneye fırlatılacakmış gibi bir hisle her şeyi unutmuş, soluksuz, kıpır kıpır bekliyordum. Aklımın içinde birden bilmem kaç bin melodi karıştı. Çantamı aldığım gibi koşar adımlarla çıktım. Küstahça bekleterek birazdan gözlerine bakacağım anın tadını perdenin arkasında dakikalarca  hayal edebilirdim ama gözlerine bakmak her seferinde daha damakta kalıcı, daha lezzetliydi,

   Arkamdan seslenen pansiyon sahibine ayıracak iki saniyem bile yoktu, Dönünce ne diyeceğimi elbet bulurdum, hem zaten uyumuş olurdu.  Çakıl taşlarının üzerinden sekerek pansiyondan çıktım. Utangaçtım. Suçunu gizlemeye çalışan bir kız çocuğu gibiydim. Onu ördüm, tüm heykel görünümüyle karşımdaydı. Onlarca defa deli gibi isteyerek baktığım o adamla istemsizce göz göze gelmemeye çalışıyordum.. Gözlerimin içine baktı defalarca flaş patladı . Yakınlaşıyordum ama yürümüyordum, sanki bir itekleyen vardı. Temasın işi kolaylaştıracağını düşünerek hemen sarıldım. Parmak uçlarımda yükseldim. Sağ kolum boynunu komple sarmıştı, sol elimle de çantamı sımsıkı tuttum. Dudaklarımı farketmesine de engel olacak mesafede boynuna değdirdim. Belimi sardı.''Çocuğum ben, sesimdeki tipiye tutulduğun.''dedi. Daha sıkı sardım. Günlerdir hazırladığım tüm konuşmalar, hazırlıklar her şey silindi. Tüm sesler yok oldu, nefesi dışında.. Motora bindik, gitmek için sabırsız görünüyordu. Belinden sarıldım. Zaman çabuk geçerek inatlaşacak ya, hemencecik gelmiştik.
 
   Güneş bu kez zorunlu vedasına hazırlanmıştı. Dünyanın en güzel yerinde olduğumu tahayyül ediyordum. Fazla büyük olmayan koyu çepeçevre tahta masa ve sandalyelerle donatmışlardı. Fazla değil 5-10 masa. Her masaya refakat eden ağaçlar, dallarından sarkıtılan rengarenk fenerlerle mekanı daha sıcak kılıyordu. Masalarda lacivert beyaz kareli örtüler üzerinde yeni fenerlerin tam aksine bunak şamdanlar vardı. Dünyanın en eski gramofonundan uyumsuzca çıkan harmonica sesine, dalga sesiyle anlaşan ağustos böcekleri vokal sunuyordu. Fazla uzak olmayan mutfaktan tabak, çatal-bıçak sesleri geliyordu. Görünüşte hiçbir albenisi olmayan ''Sakallı'nınYeri'' beni fena büyülemişti. Ben büyülenmeye dünden hazırdım ya zaten, laf-ü güzaf !
 
   Sandalyem çekildi, oturtuldum. Beden bana ait değildi,yook. Kesinlikle kendimi de dışardan izliyordum. Emindim çok şapşal göründüğüme. Bir-iki meze alelacele güleryüzlü bir amcamız tarafından bırakıldı ve şarap testiyle geldi. Testiden akışını görüpte zevk almamak ahmaklık olurdu. Bakışlarıyla etlerim çimdikleniyordu. Duygularımın ilk gördüğüm gibi taze kalması ne muazzamdı. Tanrı eli değmiş, kitap gibi herif, içimden sabaha kadar çok şey sıralayabilirdim.
-''Anlat.'' dedi yumuşacık bir ses tonuyla. ''Sen nasıl farkettin ? ''
Zaten birkaç yılımı almıştı bu bağımlılık. Dökülmeye niyetli sarı Aralık yaprağıydım. Hemen anlatmaya koyuldum. Anlatınca daha da zorlaşacağını bile bile.

  '' Bugüne dek  en çok eleştirdiğim şeyi sen getirdim başıma. Eski sevgilimin arkadaşı olup, kendine hayran bırakarak . . İlk tanıştırıldığımız gün, kapıyı açıp bizi içeri buyur ettiğinde oraya geliş amacım, sıfatım, gözüm, kulağım,aklım o kapı eşiğinde kalakaldı. Oturduktan sonra gözlerine yanılmış olma arzusuyla tekrar baktım ve çok şükür artık kayıptım. Beni içimde bitmeyen nöbetlere gark eden bu durumu yatıştırınca aradığım tek şey sen ve ben'i ordan çekip fırlatacak bir güçtü, her neye mal olursa olsun ! Gece boyu senin sesin dışında hiçbir ses kulağıma değmedi. Belki farkındaydın zorlanan, ikram edilen hiçbir şeyi boğazımdan geçiremedim. Gece boyu senin katıldığın konuşmaların bazıları dışında sürekli Twitter'dan TrendTopic tweetleri okudum, durdum. İşe yaramadı. Kendimi uyarmaya başladığımda, aklımdan tek geçen, buradan çıkıp sonrasında seninle mümkün mertebe az görüşme fikriydi. Eve gidip uyuyacaktım, sabah olunca bitecekti. Öyle olmadı. O güne kadar her durumda kendime hükmeden ben,anahtar elimde olmasına rağmen o kilidi açamadım. Hep direndim seni görmemeye, gördüğümdeyse her fırsatta olan gücümle saçmaladım. Sen o güzel ağzınla konuşmayasın diye gevezeyi oynadım. Tüm o saçmalamalar kaçmak, senden gizlenmek için uydurduğum bir oyundu. Beni sana görüntünden çok ağzından çıkanlar bağlıyordu. Dünyada başka bir canlıda asla mevcudiyetine inanmadığım o iç gıcıklayan sesin ve o sesinle muazzam bütünlüğünü oluşturan taa içi gülen gözlerin ...''

   Derken dumanı üzerinde folyoya sarılı balıklar masaya kondu . Fikri değişti, rakı içmek istedi. Ben anlatırken duyduklarından sonra sağır olacağını biliyormus gibi bir suratı vardı. Kulaklarının son duyacağı şeyler bunlarmış gibi. Mutluydu ama alabildiğine uzaktaydı. Onu seyredip yüzünün tüm inişine çıkışına mest olurken anason kokusu sardı etrafı, Ardından rakının buzlu suyla kavuşmasını izledik. Kaldırdı kusursuz kaşlarını ve konuşmanın kesildiğini hatırlatan bir bakış attı. Şarabımdan bir yudum aldım. Konuşmaktan nefret ediyorum.

   '' Ben aslında bu gecikmiş ayrılığı yaşadığımda seni de orada bırakırım sandım. Olmadı bak,bugün aynı masada aynı duygulara kalkıyor kadehlerimiz. Sen beni itirafa zorlamasaydın üstümdeki donmuş çimentolardan arınıp , duygularımı sana açamazdım. Tüm duygularım gerçek ve ben şeffafım. Şimdi benim gözlerim arzulu, bu durumun nereye gideceğini düşündüğün donuk bakışlarına takılı bak . Ben akıntının sırf sana süreklediği bir yolculuk yaptım, Akıntıya direnerek değil, kürek çekerek. Gördüğüm sen dışında, bildiğim bir sen yok benim. Beni sana çeken kimyasal bir yanın var eveet, belki beni bağımlı, aç, susuz bırakan. Uzatmıyorum, şuan elimden tut, al götür, gıkım çıkmaz. ''Nereye'' dersem alçalayım. Anlıyor musun duygularımı, senin için yok edeceklerimi, var edeceklerimi ? ''

   Akşamın ilk saatlerindeki ardına kadar açık, ışık saçan gözleri, üstüme kilitleri sürmüştü, net ! Birazdan kapıyı sağlamlaştıracaktı belli. Rakıyı bir dikişte bitirdi, mesajı aldım. Bu hareket ağzından çıkacak kelimeler için cesaret itemiydi. Bir süre yemeğe ve içkiye daldık. Rutin şeylerden bahsettik. Yan masadaki sarışın kadının cilveli kahkalarına heveslendim, ne konuştuklarıyla ilgili tahminler yürüttüm, sonra garson çocuğun yüzüne ait olamayacak irilikteki burnuna ve nereli olabileceğine , hiç tarzı olmayan müzik listesine kadar konuştuk işte. Arkama yaslandım, söz ondaydı. Peçeteyle ağzını sildi, Öksürerek sesini temizledi. Sigarasını yaktı. Bu ağır halleri benim heyecanlı hallerimden sonra üzerime kürekle toprak atmıştı. Çekti dumanı, verdi. Çekti ,dumanı havaya üflerken ''Chun Li''dedi tıslayarak.

   ''Bu hayatın bir tık ilerisi istemiyorum. Sen güzelsin, neşelisin, kadınsın, kanımı kaynatıyorsun. Daha önce yaşadığım güzellikleri hatırlatıyorsun, bir daha gelmeyeceğini sandığım güzellikler . Ahh hele bana sarıldığında patlattığın o içten kahkahan, Sürekli savaşmaya hazır gözlerin ve tümüyle barışı simgeleyen ağzın . Benim sana verebileceğim hiçbir şey yok aslında. Sen böyle kal,kirlenmeden güzel kal ...''

    Devamında da kurduğu cümleler beni kırmamak üzere ve kendinden ısrarla uzak tutmak istercesineydi.. Bir Özdemir Asaf dizesi değil mi ? '' Ben beklemedim, o da gelmedi. Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi. '' Sürekli kafa salladım, anlamadan anlarmış gibi yaptım. Tahta iskeleden kendimi suya bırakmak istedim. Üzülmedim yoo, zaten fazla ümitte beslemedim. Aşk mıydı bilmiyorum ama sonsuz bir istemekti. Tezattık, onun hiçbir şey istememeyi yaşayış biçimi yaptığını bile bile yani. Aslında sadece bildik, fazlaca bildik. buydu sorunumuz . Geçmişe takıldık bundan mütevellit gelecek ürküttü belki. Biz iki aynı kişiydik, mükemmel aşkı yaşayabilecek iki mükemmel aynı insan. Sadece mutsuz olma korkumuza yenik düştük. Kuru inatlaşmalara, herkesi aynı sanmalara..

   Ne o birini kanatlarının altında isteyecek kadar cesurdu ne de ben bir kanadın altına kendi gücümle girebilecek kadar çömez. İşte bir başka aşka ayrıksı durmak hali daha. İstemesen de bu hayatın, hep bir tık ilerisi var Bayım. Olacak .

                                                                       Ama yürektense dileğimiz daima umut vardır.
                                                                     
                                                                             Ve belki güneş bizim içinde doğar.
                                                                                        
                                                                               Yürekleriniz sağlamken, sarılın.
                                                                                      
                                                                                        Optimist Baykuş  
                                                                                                 EmojiEmoji



                                                                                                 

4 Mayıs 2015 Pazartesi

8

Succulentler Dikilsin ;)

    Merhabalar. 

Bir sonraki bloğumda güzel  şeyler yazıcam dedim. Yazabileceğim en iyi şey '' Succulent Dikimi'' imiş. Ne acı :)
Her mevsim gönül rahatlığı ile kaktüs ve succulentlerinizi ordan oraya aktararak dikebilirsiniz. Dikim zamanı yoktur. 
Öncelikle dikeceğiniz materyali seçin ve su geçirmez olduğundan emin olun.
Bu bitkinin adı ''MOSS'' çiçekçilerde kolaylıkla bulabilirsiniz. Olmazsa olmaz bir malzeme değildir ben dikim bitince süsleme amaçlı kullanacağım.
Gübresi bol bir toprağa ihtiyacınız yok. 4 adet succulent için yarım kilo toprak kullandım. Sizde kullanacağınız saksıya göre toprak edinin.
Succulentleri kendi saksılarından çıkarıp, toprağın altındaki 1/3lik kısmı ayırın.
Saksınıza. göz kararı yarısına kadar  toprak ekleyin


Succulentleri saksıya silme bir şekilde dikerseniz daha şık bir görüntü elde edersiniz. Yukarıda olması yada gömülü olması bence bütünlüğü bozuyor. Yerleştiri , kenarlarına kürekle toprak ekleyin.  Böylelikle bitkinizin yaprak araları toprak olmayacaktır. Olursa diş fırçası ve saç kurutma makinesiyla temizleyebilirsiniz. Toprak ekledikçe hava almaması için elinizle sıkıca bastırın.  
Dikim işlemi bittikten sonra videodaki gibi mosslarla süsledim. Yosunla cimenle  de süsleyebilirsiniz. Devamı sizin elinizdeki malzemelere ve yaratıcılığınıza kalmış. Sulaması nasıl olacak derseniz, sulamayı unutun. Ne kadar az su verirseniz o kadar iyi.  Güneşi çok sever. Sun İn Water Out ;) Ben dikim yaparken çok keyif alıyorum. Size de aynı tadı vermesi dileklerimle..  

                                                                                                                                 
                                                                                                                                   HOŞÇA'KALIN